Corinthians atkısının üzerinde "minha vida, minha historia, meu amor..." (Hayatım, tarihim, aşkım) yazıyor. Vasco atkısında ise, " a cruz de Malta e o meu pendao " (Malta haçı ve bayrağım ).
Bu atkılar arasında özel ilgi Corinthians'a . Sebebi de Socrates. Aslında şöyle de bir güzellik var. Socrates, Corinthians'tan önce Botafogo formasını terletmiş. Her türlü Siyah-Beyaz yani. Ne yazsam, ne eklesem görsel olarak diye düşünürken, karşıma derli, toplu bir yazı geldi. Onu aynen paylaşmak istiyorum. Ekşi Sözlük'te Ozan Sezgin adlı kullanıcı, 2007 senesinde yazmış:
" Futbol tarihinin önemli orta saha beyinlerinden Sócrates 1954 doğumlu. Botafogo'da başladığı kariyerinin ilk zamanlarında bir yıldız olamadığı gibi Brezilya milli formasını da 25 yaşına kadar giymeyi başaramadı. Üstün top kontrolü ve futbol zekası sayesinde “doktor” lakabını aldığı sanılsa da, doğrusu futbolla aynı anda (bitirmemiş olsa da) tıp fakültesinde okuduğundan böyle anılmasıdır.
1982 ve 1986’da, her ne kadar finale bile çıkamasalar da, dünya kupalarının gelmiş geçmiş en güzel top oynayan Brezilya milli takımı olduğu iddia edilen Zico’lu, Falcao'lu takımın kaptanlığını yaptı.
Botafogo’dan sonra yıllarca formasını giydiği, kaptanlığını yaptığı Corinthians ile üç şampiyonluk kazandı ve kulübe kattığı değerlerle bir efsane oldu.
Taraftar sayısı olarak Brezilya'nın Flamengo'dan sonra ikinci, Sao Paulo’nun ise ilk sırada gelen takımı Corinthians. En önemlisi ise Brezilya’da aristokratlar değil işçi sınıfı tarafından kurulan ilk ve tek kulüp.
Şu anda herhangi bir futbol kulübünün yönetildiği şekilde yönetilse de, Corinthians zamanında ülke siyasetinde oynadığı rolle milyonlarca insanın kalbini çalmış bir kulüp. takımın 100 bin kişilik stada siyasi mahkumlara özgürlük talep eden bir pankartla çıktığı zaman, Brezilya’da bazı konuların konuşulmasının bile insanların kaybolmasına neden olduğu zamanlardı. Ah şu “ben bu filmi seyrettim” hissi yok mu?!
Futbol ülkesi Brezilya’da futbolun siyaset üzerindeki etkisi tartışılmaz. İçinde bulunduğumuz yıl, cunta rejiminin 22 yıl sonunda yıkılmasına katkıda bulunan muhteşem bir futbol hareketi, Corinthians Demokrasisi’nin 25’inci yıldönümü.
Kulağa Antik Yunan’dan bir hikaye gibi gelse de, büyük futbolcu Sócrates, Corinthians demokrasisi adlı bu özgürlük hareketine 1980’lerin başında öncülük etmişti...
Amacı, ordu baskısı altında karşısında mutsuz ama tepkisizce yaşayıp giden Brezilya halkına “uyanın!” mesajı verecek örnek bir eylemde bulunmaktı. Kaptanları Sócrates tarafından yönlendirilen futbolcular, kendileriyle ilgili konularda yönetimin emirlerini dinlemektense her şey için oylama yapıp, ona göre karar almaya başladılar. Buna sahaya çıkacak on birin belirlenmesinden tutun, maç için stada ne zaman gidecekleri, eşleriyle ne zaman birlikte olacaklarına kadar çeşitli konular dahildi.
Sahaya dev “demokrasi” pankartlarıyla çıkıyorlardı.
“Corinthians Demokrasisi’yle yarattığımız momentum harikaydı. futbol gerçekten popüler olduğundan ve sürekli göz önünde olduğumuzdan dolayı ülkede polemik yaratacak ve özgürlüklerle ilgili, işçi ve işveren olmakla ilgili her mecliste tartışılacak bir eylem yaratmayı başardık; ki nüfusun büyük çoğunluğu için demokrasiden bahsetmenin tahayyül edilemeyeceği zamanlardı” diyor Sócrates.
Sócrates ve arkadaşlarının savaşı ülkedeki asıl büyük demokrasi savaşına eklendi ve toplumda yarattığı infial diktatörlüğün ipini çekti. Sócrates’in, hayranı ve dostu, o zamanın sendika lideri, daha sonraki işçi partisi lideri, daha da sonraki Brezilya Cumhurbaşkanı Lula'nın yanında reform denince akla gelen birkaç kişiden biri olması, Corinthians’ın da başarılı olsun olmasın milyonların kalbinde değişmeyecek bir yere sahip olması tesadüf değil.
25 yıl sonra kendi futbolumuza baktığımızda, tribünde kendisini eleştiren gazetecilere sahadan kolunu sokan “futbolcu”lar; bu futbolculara “motivasyon” sağlamak için her türlü ayrımcı - milliyetçi ifadeyi düşüncesizce kullanarak ders almadan ders veren “hoca”lar; katillere şarkılar - kliplerle methiyeler düzülen bir şehirdeki maçlarda sahaya girip futbolculara yumruk atan “taraftar”lar; dayak yiyeni suçlu, dayak atanı suçsuz çıkarabilen “yönetici”ler; bu yöneticilere yaranabilmek için fütursuzca yalanlar yazabilen “gazeteciler” görüyoruz.
Birisi “demokrasi” mi dedi?"